Sean Murphy’nin yazıp çizdiği ve sekiz sayıdan oluşan Batman: Beyaz Şövalye serisi, Batman ile Joker arasındaki ilişkinin çok farklı bir şekilde ele alındığı ve bu iki karakteri hiç alışık olmadığımız bir şekilde gördüğümüz, ilgi çekici bir seri.

Benim de bu seri hakkında aslında farklı planlarım vardı. Eğer Çok Mu Comic?’i ara ara ziyaret ediyorsanız veya daha önce siteye bir göz attıysanız belki görmüş ve hatta okumuş olabilirsiniz, bu serinin ilk iki sayısı hakkında ayrı ayrı inceleme yazıları yazmıştım. Serinin Türkiye’de de fasikül fasikül yayımlanmasından yola çıkarak, her bir sayı için ayrı inceleme yazıları yazacak ve günün sonunda sekiz sayılık bir yazı dizisi oluşturmuş olacaktım.

Ama yine eğer bir süredir bu blogu takip ediyorsanız fark edeceğiniz üzere, ben asla düzenli bir şekilde blog tutan ve planlarına uyan birisi değilim. Bu sayı sayı inceleme fikri de başlangıçta tasarladığım gibi ilerlemedi ve sonuç olarak planım iki yazıyla sınırlı kaldı.

Bunda tabi pek çok etken mevcut. Fakat bunları sıralayıp gereksiz detaylara girmek istemiyorum. Zaten bu yazıyı okuyacak pek çok kişinin muhtemelen hiç fark etmeyeceği bir detay hakkında konuşup girişi yeterince uzattım. Ama yine de daha önce bu yazılarımı okumuş olan o küçük kitle için bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmiştim.

Bu açıklamayı yaptığıma göre artık çizgi roman hakkında konuşabiliriz.

Serinin Konusu, Hikayesi ve Kurgusu

Beyaz Şövalye için bir alternatif gerçeklik hikayesi diyebiliriz. Joker’in aldığı ilaçlarla iyileştiği ve iyi bir insana dönüştüğü, Batman’in de yavaş yavaş Gotham’ın kötü adamına evrildiği bir alternatif gerçeklik hikayesi.

Çizgi romanın ilk sayfasında Arkham Tımarhanesi’ne batmobile giriş yapıyor. Batman Joker’i görmeye geldi diye beklerken tam tersini görüyoruz: Batmobile’in içinden Joker, daha doğrusu Joker kimliğini geride bırakmış Jack Napier çıkıyor ve Arkham’da tutulan Batman’i ziyaret ediyor. Sonrasında da hemen bir yıl öncesine gidip bu dönüşümün nerede, nasıl başladığını okumaya başlıyoruz.

Yukarıdaki bu iki paragraf bile serinin ne kadar ilgi çekici olduğunu gösteriyor diye düşünüyorum. Batman ile Joker’in rol değiştirmesi fikri, gerçekten de büyük merak uyandırıyor. Üstelik çizgi roman yalnızca Batman ve Joker’den ibaret değil. Batman çizgi romanlarından aşina olduğumuz başka karakterler ve daha önce görmediğimiz yeni karakterler de seride yer alıyor.

Burada Batman ve Joker dışında ayrı bir parantez açmamız gereken karakter: Harley Quinn. Daha doğrusu Harley Quinn(ler). Çünkü iki tane Harley Quinn var. Bu biraz kafa karıştırıcı gibi duruyor -ki benim de ilk okumamda biraz kafam karışmıştı. Fakat devamındaki sayıları okuyunca durumu daha iyi anlıyorsunuz. Her iki Harley Quinn de hikayede büyük rol oynuyor, bu sebeple bu durumu anlamanız önemli.

Jack Napier, iyileştikten sonra evine dönüyor ve Harley Quinn’den, ona bu zamana kadar kötü davrandığı için özür diliyor. Kendisinin artık iyileştiğini, Joker olmayı bıraktığını söyleyip evlenme teklif ediyor fakat Harley bu duruma Napier’ın beklediği tepkiyi vermiyor ve Napier’a saldırıyor. Jack Napier’ın tekrar Joker olmasını isteyen Harley Quinn’i, esas Harley Quinn durduruyor.

Sean Murphy’nin bu seri için yarattığı bu yeni karakter ve yeni Harley Quinn, görünüş olarak DC sinemasındaki Harley’e çok benziyor. İnternette yazarın bu konuda bir mesaj verebileceğine yönelik bazı yorumlar okudum ama bana çok gerçekçi gelmedi.

Sonra öğreniyoruz ki Joker, Batman’e çok takıntılı olduğu için ve Batman’den başka bir şey düşünmediği için Harley Quinn onu terk etmiş. Fakat Joker onun yokluğunu bile fark etmemiş. Daha sonra Joker bir banka soygununda, soyduğu bankada görevli olan Marian Drews’a Harley diye seslenmiş ve onu Harley Quinn olarak görmeye başlamış. Bunu fark eden Marian da durumu bozuntuya vermemiş ve o an Harley gibi hareket etmiş. Bankadan çıkıp eve gittiklerinde Joker’in kendisine bir hayli iyi davranması Marian’ı etkilemiş ve Stockholm Sendromunun da etkisiyle Joker’e aşık olan Marian, o günden sonra Joker’in yeni Harley Quinn’i olmuş.

Flashbacklerle biz bu durumu öğrenirken, bir yandan hikaye ilerlemeye devam ediyor. Orijinal Harley, Jack Napier’ı kurtardıktan sonra ikisi birlikte yaşamaya başlıyor. Napier’ın Gotham’ın kahramanı olma sürecindeki en büyük yardımcısı da orijinal Harley Quinn oluyor. Bizim diğer Harley Quinn de bu gelişmeler üzerine Joker’i geri getirmek için mücadele etmeye başlıyor ve Neo Joker adını alarak Gotham’da terör estiriyor. Öyle ki çizgi romanın bir noktasından sonra da Jack Napier ile Batman birleşip Neo Joker’e karşı mücadele etmek zorunda kalıyor.

Harley Quinn’den bahsedeceğim diye bütün çizgi romanı anlatmışım gibi duruyor ama inanın öyle değil. Daha anlatmadığım ve anlatmayacağım pek çok olay yaşanıyor çizgi romanda.

Okuma zevkinizi bozmamak ve hikayedeki daha pek çok şeyi kendiniz okuyarak görmeniz için hikayeye (şu an) daha fazla değinmiyorum. Ama çizgi romanın merkezinde güzel bir konusu ve serinin genelinde iyi kurgulanmış bir hikayesi olduğunu söyleyebilirim. Hikaye kurgusunun başarısı konusunda yazının ilerleyen kısmında değineceğim bazı istisnalar var, fakat bu istisnalara rağmen ortaya çıkan eser bence başarılı. Her sayının sonunda sıradaki sayıda neler olacağını merak ettiğim, sekiz sayıyı arka arkaya okuduğum eğlenceli bir okuma deneyimi yaşadım.

Güçlü Görsellik

Serinin elbette ki en güçlü yanı, yukarıda da ayrıca değinmiş olduğumuz üzere sahip olduğu ilgi çekici konu. Joker’in iyileşmesi, iyi bir adama dönüşmesi ve bununla birlikte Batman’in kötü adam haline gelmesi bu seriyi bana kalırsa çok cazip kılıyor. Fakat serinin güçlü olarak öne çıkan tek yanı konusu değil. Beyaz Şövalye, görsellik anlamında da güçlü bir çizgi roman.

Her zamankinden daha sert, daha öfkeli ve daha vurdumduymaz olduğunu hissettiğimiz Batman, serinin başında Joker’i çok fena döverken

Çizgi roman sektöründe çalışan bir çizerin çizimleri hakkında ”çizimler iyi, çok güzel” gibi şeyler söylemem aslında çok mantıklı değil. Sonuçta çizgi roman, görselliğin ön planda olduğu bir tür ve bu sektörden para kazanan, sektörün dev şirketlerinden birinde çalışan bir çizerin çizimleri için benim ”iyi, çok güzel” demem çok da bir şey ifade etmiyor. (İstisnalar kaideyi bozmaz!)

Burada önemli olan şey daha çok çizerlerin tarzı ve çizimlerinin hikayeye uyup uymaması. Hikayeden bağımsız ele alındığında çok kaliteli ve estetik olan çizimler, hikaye ile uyumlu olmadığı zaman çizgi romana bir şey katmıyor, aksine eseri zayıf kılıyorlar. Bununla birlikte kimine göre çok da başarılı olmayan çizimler, hikaye ile uyumlu olduğu zaman ortaya çıkan eser çok daha güçlü oluyor.

Beyaz Şövalye de bu konuda oldukça güçlü bir eser. Çizgi romandaki çizimler ve yaratılan karanlık atmosfer hikayeyle çok uyumlu. Yazar Sean Murphy’nin aynı zamanda çizgi romanın çizimlerini de yapıyor olması da elbette buna katkı sağlıyor. Sonuçta yazar kendi kafasında kurguladığı hikayeyi, yine kendisi çiziyor. Araya bir başkası girmeden, direkt olarak kafasındaki kurguyu sayfalara aktarıyor. Böylelikle çizgi romanın hikayesi ile çizimleri arasında uyumsuzluk olma riski minimuma iniyor.

Zayıf Noktaları

Çizgi roman hakkında tüm bu söylediklerim için bardağın dolu tarafıydı diyebiliriz. Batman: Beyaz Şövalye, oldukça ilgi çekici bir konuya ve güçlü bir görselliğe sahip fakat dört dörtlük bir çizgi roman değil. Özellikle hikayenin kurgusundaki bazı zayıf noktalar, çizgi romanın kalite anlamında tam potansiyeline ulaşmasına engel oluyor.

Bu zayıf noktalara değinirken de, ister istemez bir miktar spoiler vereceğim. Dolayısıyla eğer çizgi romanı okumadıysanız bu kısmı es geçmek isteyebilirsiniz.

Joker’in iyileşmesi ve iyi bir adam olması evet, ilginç ve güzel bir fikir. Fakat Joker yüzündeki makyajı sildi, saçını başını düzeltti diye Gotham halkının ona hemen inanması, onun destekçisi olması biraz saçma. Bir haber spikerinin ağzından duyduğumuz ”…GCPD daha önce onu silahlı soygun dışında hiçbir suçtan mahkum edemedi.” repliği bu duruma bir sebep gibi gösterilse de ben bunu yemedim. Jack Napier’ın halkın gözündeki bu yükselişi bence aceleye getirilmiş. Bu kadar hızlı olmamalıydı diye düşünüyorum.

Bunun yanında Joker’in iyileştikten sonra artık dehasının önüne geçecek bir deliliği olmadığı için IQ’su ciddi bir yükseliş yapsa da, hikayenin belirli yerlerinde bu zamana kadar kimsenin bilmediği ve bulamadığı bilgilere erişmesi, bana kalırsa yine hikaye kurgusunu zayıflatan noktalardan.

Mesela bugüne kadar kimse Batman fonuna dair bir şey duymamışken, Joker’in iyileştikten çok kısa bir süre sonra, üstelik hakkında ciddi bir araştırma dahi yapmadan kolayca bu bilgiye ulaşması bana mantıksız geldi. Çizgi romanın başında mahkemeye çıkmadan önce hücresinde çalışmalar yaptığından bahsediliyordu, bu fon hakkında o zaman çalışmış denebilir. Ama eğer böyleyse de, keşke biz bu bir – iki panelde geçilen çalışma zamanlarını daha detaylı görseydik.

Bunlar hikaye kurgusunda beni en çok rahatsız eden ve en eleştirmeye değer bulduğum zayıflıklardı. Sekiz sayılık bir serinin içindeki iki detaydan bahsedip, hikaye kurgusunu zayıflattı yorumunu yapmam garip gelebilir. Ama bunlar sadece en bariz ve en öne çıkan sorunlardı. Bunların dışında bazı küçük sorunlardan da söz edilebilir fakat her gözüme çarpan sıkıntıyı önemli / önemsiz ayırt etmeden buraya yazıp çizgi roman hakkında yanlış bir ön yargıya kapılmanızı istemiyorum. Bu bahsettiğim zayıf noktalar, seriyi kötü bir seri yapmaktan ziyade; daha önce de dediğim gibi tam potansiyeline ulaşmasına engel oluyor.

Sonuç

Batman: Beyaz Şövalye, iyi düşünülmüş güzel bir konuya ve serinin genelinde başarılı bir hikayeye sahip. hikaye ile bir uyum içerisinde olan güçlü bir görselliği olduğunu da söyleyebiliriz. Fakat tüm bu güçlü yanlarına rağmen, hikaye kurgusundaki bazı sıkıntılar serinin ulaşabileceği kaliteye ulaşmasına engel oluyor.

Aksiyonu bol ve yüksek tempolu bu çizgi romanı; Batman ile Joker’i, bu ikili arasındaki ilişkiyi seven ve bu karakterlerin yer aldığı farklı bir çizgi roman okumak isteyenlere tavsiye edebilirim.