Başlıktaki # kullanımı çizgi romanın sayısını değil, cildini ifade ediyor. Moon Knight serisinin üç cildini ele aldığım bu inceleme, serinin toplamda on dört sayısını kapsıyor.

Merhaba arkadaşlar bloguma hoşgeldiniz! Bugün sizlerle birlikte Enes Batur: Hayal mi Gerçek mi? filmini konuşacağız. Başlamadan önce eğer bu tarz içeriklerin daha fazla gelmesini istiyorsanız yazıyı beğenebilir, bloguma abone olabilirsiniz! Dilerseniz başlayalım…

ŞAKA!

Bu harika şakanın ardından yazının gerçek girişini yapabilirim.

Süper kahraman çizgi romanları için çizgi roman sektörünün en büyük ve en popüler türü demek çok da yanlış olmaz. Bununla birlikte süper kahraman çizgi romanları, süper güçlere sahip kahramanların kötüleri döverek dünyayı kurtardığı hikayeler anlattığı için çoğunlukla küçümsenir, çocukça bulunur. Çizgi romanların günümüzde diğer edebiyat dalları kadar saygınlığa ulaşamamasında da süper kahraman çizgi romanları suçlanır.

Fakat ilk cümlede de belirttiğim gibi, süper kahraman çizgi romanları bu piyasanın en büyük türü. Sürekli olarak yenisinin eklendiği sınırsız bir hikaye arşivinden bahsediyoruz. Dolayısıyla süper kahraman çizgi romanlarının çoğunun aksiyon odaklı kavga dövüş hikayeleri anlatması, bazı istisnai eserler barındırmadığı anlamına gelmiyor.

İşte Moon Knight serisi de bu istisnai eserler arasında. Jeff Lemire’in yazıp büyük kısmını Greg Smallwood’un çizdiği on dört sayılık bu seri, merkezine ana karakterimizin yaşadığı psikolojik sorunları koyması sebebiyle diğer çizgi romanlardan ayrılıyor.

Moon Knight Cilt 1, 2 ve 3

Psikolojik Sorunlar?

Süper kahramanların psikolojik sorunlar yaşaması fikri, çizgi romanlarda ilk kez işlenen bir fikir değil. Hatta buna biraz güncel bir örnek, DC Comics’ten verilebilir: 2018 yılında yayımlanmaya başlayan Heroes in Crisis hikayesinde, Rebirth süreciyle DC evrenine geri dönen Wally West’in yaşadığı psikolojik sorunlara ve bunların sonuçlarına odaklanıldığını söyleyebiliriz.

Fakat Moon Knight’da durum böyle tek hikayelik bir durum değil, Moon Knight karakteri deli -hatta ilk cildin isminden alıntı yaparsak zırdeli. Bu noktada da seriye başlamadan önce karakterin orijinini ve psikolojik durumunu bilmeniz faydalı olabilir. Karaktere aşina olmayanlar için biraz bundan bahsedelim.

Marc Spector, Moon Knight olmadan önce Bushman adında bir teröriste çalışan bir paralı askerdi. Mısır’a göreve gittiğinde, Bushman’ın oradaki arkeolojik kazıdan sorumlu profesörü öldürmesi üzerine, sadece para için yaptığı bu işi sorgulamaya başladı ve profesörün kızını Bushman’dan kurtardı. Bu ihaneti üzerine Bushman ve adamları, Spector’ı öldüresiye dövdü ve çölde ölüme terk etti.

Çölde tek başına aç, susuz ve yaralı geçen bir gecenin ardından Spector öldü. Tam o esnada Antik Mısır’ın intikam tanrısı Khonshu, kendisinin dünyadaki eli, kolu, gözü olması şartıyla Spector’a tekrar hayat verdi ve böylece Moon Knight doğmuş oldu.

Hayata döndükten sonra Moon Knight olarak suçla savaşmayı ve Khonshu’ya hizmet etmeyi kendisine amaç edinen Spector, bu noktada kendisine yardımcı olması için iki farklı kişilik oluşturdu: Milyoner (paralı askerlik kariyerinde biriktirdiği paralarla) bir iş adamı Steven Grant ve istihbarat sağlamak için kullanacağı taksici Jake Locksley.

Her ne kadar bu farklı kişilikleri ve süper kahramanlık hayatını idare etmede başarılı olsa da zamanla bu durumu kaldıramamaya başladı. Dört farklı yaşam yaşamak, Khonshu’ya hizmet etmek, süper kahramanlık yapmak Spector’a ağır geldi ve bu dört kişiliği arasından hangisi gerçek hangisi değil ayırt edememeye başladı. Bunun sonucunda da çoklu kişilik bozukluğu, şizofreni gibi pek çok psikolojik sorunu ortaya çıktı.

Uzun lafın kısası, Spector’ın Moon Knight olduktan sonra taşıdığı farklı kişilikler, Khonshu ile olan ilişkisi ve süper kahramanlık hayatı sebebiyle delirdiğini, bu sebeple de diğer süper kahramanlardan ayrıldığını söyleyebiliriz. Değil mi?

Aslında, bu konuda da çok emin olamıyoruz. Serinin üçüncü cildinde bazı flashback sahneleriyle geçmişe dönüyor ve Spector’ın hayatından kesitler görüyoruz. Yukarıda bahsettiğim orijin hikayesini de gördüğümüz bu kesitlerin bazılarında, Spector daha çocukken kendine Steven Grant ve Jake Locksley adında hayali arkadaşlar ediniyor ve bu sebeple ileride hastaneye yatıyor. Khonshu’nun da Spector’ın hayatına ilk olarak çocukluğunda, bu zamanlarda girdiğini yine bu kesitlerde görüyoruz.

Bununla birlikte, çizgi romanın başında Marc Spector’ı bir akıl hastanesinde görüyoruz. Bu hastanedeki doktoru kendisine ”artık Moon Knight olmadığını kabullenmesini ve iyileşmek için çaba göstermesi gerektiğini” söylüyor.

Bu iki örnek bu seride karşımıza çıktığı için bunları bu seriye özgü durumlar olarak düşünebiliriz. Ama bu çizgi romandaki hikayenin dışında, Spector’ın paralı askerlik kariyerinden önce ABD Deniz Birliği’nde askerlik yaptığını, sonrasında CIA’de görev aldığını biliyoruz. Ordudan atılma sebebinin de ”tuhaf davranışlar sergilemesi” olduğunu ekleyelim.

Doktorun bu duruma kanıt olarak sunduğu Marc’ın günlüğü. Bu günlük sayfaları da çizgi romanda beğendiğim detaylardan

Yani anlayacağınız Marc’ın yaşadığı bu psikolojik sorunlar Moon Knight olduktan sonra başlamamış olabilir, çünkü Marc belki de hiçbir zaman Moon Knight olmamıştır! Sadece bu okuduğumuz seride yaşananlar değil, belki Moon Knight’ın orijini dahil pek çok hikaye Marc Spector’ın gerçek sandığı hayallerden ibaret olabilir. Bununla birlikte belki de Marc gerçekten de Moon Knight olduktan sonra delirmiştir. Bu hikayede gördüğümüz geçmişinden kesitler de asıl yanılsamalardır.

Gördüğünüz üzere bu durum hem serinin hikayesinin hem de direkt Moon Knight karakterinin gerçekliğini sorgulanabilir yapıyor ve yazar Jeff Lemire, on dört sayılık serinin on dört sayısında da bunu çok iyi kullanıyor. Marc Spector’ın halüsinasyonlar görmesi ve nerede olduğunu hatırlamaması ile başlayan serinin son sahnesinde, Marc’ın hala bu yaşadıklarının gerçek olup olmadığı hakkında net bir fikri olmadığını ama yaşananları ”yeterince gerçek ve yeterince iyi” kabul ettiğini görüyoruz.

Dört Farklı Kişilik, Dört Farklı Yaşam

Marvel ve DC gibi şirketlerde böyle kenarıda köşede kalmış, diğerleri kadar popüler olmayan karakterlerin serilerine isim yapmış yazarlar gelince, o seri genellikle çok başarılı oluyor. Daha önce herhangi bir Jeff Lemire hikayesi okumamıştım fakat yazar hakkında pek çok olumlu yorum duymuştum ve isim yapmış bir yazar olduğunu biliyordum. Bu yüzden de bu seride beklentim yüksekti.

Bir hikayeye yönelik beklentinizin yüksek olması tehlikeli bir durumdur. Çünkü daha başlamadan beklentiyi yükseğe çıkarınca, normal şartlarda sevip hoşlanabileceğiniz hikayeyi, bu yüksek beklentileriniz sebebiyle sevemeyebilirsiniz. Bu durum çizgi roman, film, dizi, kitap, şarkı farketmeksizin böyledir.

Moon Knight, bu handikapına rağmen benim beklentilerimi karşılayan ve bitirdikten sonra hakkında tamamen olumlu düşüncelere sahip olduğum bir hikayeye sahip. Bir süper kahraman çizgi romanı olmasına rağmen aksiyonu geri plana koyan ve Marc Spector’ın deliliğine odaklanan hikayede, Spector’ın kendisiyle beraber dört farklı kişilik taşıması ve bu dört farklı kişiliğin sahip olduğu dört farklı yaşam çok iyi işlenmiş.

Marc Spector’ın kendisinin dışındaki kişiliklerine biraz değinecek olursak:

  • Jake Locksley taksicilik yapan ve bu mesleğini Moon Knight kariyerinde kendisine istihbarat sağlamak için kullanan bir kişiliği.
  • Steven Grant ise milyoner bir iş adamı. Kendisini bu çizgi romanda Marvel Studios’un çektiği Moon Knight filminin yapımcısı olarak görüyoruz.
  • Bunlara ek olarak yine Marc Spector adında, diğer kişiliklere göre daha yeni ortaya çıkan bir astronot kişiliği de mevcut. Bu kişiliğini çizgi romanda, bir uzay savaşında hayatta kalmaya çalışırken çokça kez görüyoruz.

Bu birbirinden farklı dört kişilik arasındaki geçişler de çok keskin bir şekilde gerçekleşiyor. Hikayeyi Marc Spector’ın gözünden takip ederken hemen bir sonraki sayfada ana karakterimiz Jack Locksley veya Steven Grant olabiliyor. Bu da karakterimizin psikolojisini bize daha etkili bir şekilde yansıtıyor. Düşünsenize bir sabah kendiniz olarak uyanıp kahvaltınızı yapıyorsunuz, sonra kendinize geldiğinizdeyse akşam olmuş. O arada yaşanan şeylere dair en ufak bir fikriniz bile yok.

Spoiler vermemek adına Marc’ın bu kişilik bozukluğu ile neler yaşadığı konusunda çok detaya girmek istemiyorum. Ama Marc’ın hastalığını kabullendiğini ve bu farklı kişilikleriyle yüzleştiğini söyleyebilirim. Sonrasında Marc, bu zamana kadar kesin bir şekilde inandığı belki de tek şeyin -Khonshu’nun- varlığını sorgulamaya başlıyor ve benzer bir yüzleşmeyi kendi zihninde bu kez Khonshu ile gerçekleştiriyor.

Marc Spector diğer kişilikleriyle yüzleşiyor

Bu yüzleşmelerin de çizgi romanda benim en beğendiğim yerler olduğunu söylemeliyim. Marc’ın seri boyunca yaşadığı karakter gelişiminin zirvesi olan bu anlarda; şimdiye kadar sürekli olarak kendini sorgulayan ve Khonshu’nun emirlerini birebir uygulayan Marc’ın, artık kendini kabullendiğini ve yalnızca kendisini dinleyerek hareket ettiğini görmek güzeldi.

Çizimler ve Görsellik

Çizgi romanın çizimlerinin büyük kısmını Greg Smallwood’un yaptığını söylemiştim. Seri boyunca Smallwood’a Wifredo Torres, Francesco Francavilla ve James Stokoe eşlik ediyor. Bu dört farklı çizer, Marc Spector’ın taşıdığı dört farklı kişiliğin çizimlerini yapıyor.

Dört farklı kişilik için ayrı ayrı çizerler kullanılması gerçekten çok iyi düşünülmüş. Hikaye içerisinde bu geçişlerin ne kadar keskin olduğundan ve ne kadar etkili yansıtıldığından bahsetmiştim. Bununla birlikte kişilikler arası geçişte çizimlerin de değişiyor olması, bu durumun etkili olmasını sağlayan bir diğer etken.

Gördüğünüz sayfada Marc Spector’ın zihnindeki üç farklı kişilik aynı sayfada yer alıyor ve çizimleri de gördüğünüz gibi farklı. Siyah 1 ile belirttiğim kareler astronot Marc Spector’a, Yeşil 2 ile işaretlediklerim Jake Lockley a.k.a Moon Knight’a ve Mavi 3 ile işaretlediklerim de Steven Grant’a ait.

Yaptığım her çizgi roman incelemesinde elbette eserin çizimlerine de değiniyorum ve çoğunda da çizimleri, yaratılan görselliği beğeniyorum. Ama bu serideki görselliğe gerçekten bayıldım. Dört çizerin çizimleri için de gayet iyi diyebiliriz ama ben özel olarak Greg Smallwood’un çizimlerini ayrı beğendim. Yine kendisine ait sayfalarda yer yer deneysel panellemelerin olduğunu da ekleyelim. Serinin kapak çizimleri de ona ait ve kapaklar da bayağı iyi.

Bunun dışında seri boyunca yaratılan atmosfer de gayet başarılıydı. Buna spesifik bir örnek olarak Üsthiçlik’i verebilirim. Karakterlerin bu uzayı andıran yerde geçirdikleri vakitlerde, arka planın renklendirilmesi şahaneydi.

Üsthiçlik

Sonuç

Moon Knight, anlamış olduğunuz üzere benim çok beğendiğim bir seri. On dört sayı boyunca anlatmak istediği hikayeyi başarılı bir şekilde anlatan, aksiyondan ziyade karakter psikolojisine odaklanan fakat bunu yaparken de okuyucuyu sıkmayan, başarılı hikayesini başarılı çizimleri ve görselliğiyle sunan gerçekten kaliteli bir çizgi roman.

İnternette Moon Knight’a yönelik olumsuz eleştirilerin çoğu hikayenin beyin yakıcı olmasına yönelikti. Yazıda detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştığım dört farklı kişilik meselesi ve hem hikayenin hem de karakterin gerçekliğinin sorgulanabilir olması, biraz beyin yakıcı gelebilir. Ben bu tür hikayelerden de keyif alan birisi olduğum için bu durum bana çok pozitif yansıdı ama dediğim gibi bu sebeple hikayeyi beğenmeyen pek çok kişi de var. Bu noktada iş tamamen sizin zevk ve tercihlerinize kalıyor.

Akıl hastası bir süper kahramanın maceraları ilginizi çekiyor ve böyle beyin yakıcı hikayelerden zevk alıyorsanız, bence Moon Knight’a mutlaka şans vermelisiniz. Tüm bu yazıda değindiklerim şu an ilginizi çekmese bile ileride bir gün bu çizgi romanı okuyun derim.