Jeff Lemire, çizgi roman dünyasının önemli isimlerinden birisi. Ana akım süper kahraman çizgi romanlarında yazdığı serilerle tanınmış olsa da kendisinin pek çok bağımsız eseri de bulunmakta. Erken dönem işlerinden olan Essex County de bağımsız türdeki eserlerine verilebilecek güzel bir örnek.

Top Shelf Productions etiketiyle 2008 yılında yayınlanan Essex County, Marmara Çizgi tarafından Türkçe’ye kazandırılmış ve Çiftlikten Öyküler, Hayalet Hikayeleri ve Kasaba Hemşiresi adlarıyla sunulan üç ciltten oluşuyor -üç cildin bir arada toplandığı özel baskısı da mevcut. Kanada’nın Ontario eyaletine bağlı bir ilçe olan Essex County’de geçen üç farklı hikayeyi anlatıyor.

Görsellik

Jeff Lemire daha çok yazarlığı ile öne çıkan bir isim fakat kendisinin çizerliğini de yaptığı çizgi romanlar yok değil. Essex County de hem yazıp hem çizdiği çizgi romanlardan.

Tabi Jeff Lemire’e hakim olmayanlar onun çizerlik de yaptığını bilmiyor ve kendisini sadece yazar olarak tanıyor olabilir. Bu durumda da kendisinin çizimlerini de yaptığı bir çizgi romanın görselliğine yönelik ister istemez olumsuz bir ön yargı oluşabilir.

Açık konuşmak gerekirse Lemire’in çok şahane çizimleri olduğu söylenemez. Hatta çizimlerini bir çizgi romana ait olmasından bağımsız bir şekilde ele alacak olursak kötü olduğunu da söyleyebiliriz. Daha önce çizgi roman geçmişi olmayanlar veya çizgi roman okusalar bile daha çok süper kahraman türüne aşina olup bunun dışındaki çizgi romanları çok bilmeyenler, Essex County’nin çizimlerini ve görselliğini muhtemelen beğenmeyeceklerdir.

Ama iş çizgi roman olunca çizimlerin estetik açıdan nasıl olduğu o kadar ön planda olmuyor. Çizgi romanda önemli olan şey çizimlerin iyi – kötü olmasından ziyade hikaye ile ne kadar uyumlu, hikayedeki hissiyatı ne derece yansıtabildiğidir. Bu çerçevede değerlendirecek olursak Essex County’nin görselliğini başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Lemire hikayesindeki duyguları çizimleriyle de bize hissettiriyor ve okunması kolay bir çizgi roman ortaya koyuyor.

Üç Farklı Hikaye

Üç ciltten oluşan serinin üç cildinde de birbirinden farklı hikayeler yer alıyor. Her ne kadar birbirlerinden farklı olsalar da bu hikayeler arasında ortak noktalar bulmak mümkün. Fakat bunlara değinmeden önce üç ciltte anlatılanlara kısaca bir değinelim. Çizgi romanı henüz okumamış olanlar telaşlanmayın, yazının bu kısmı ciddi bir spoiler içermiyor.

İlk ciltte annesi o küçükken vefat eden ve dayısı Ken ile beraber yaşayan Lester’ın hikayesini takip ediyoruz. Dayısının çiftliğinde yaşayan Lester’ın dayısı ile olan ilişkisi çok da sağlıklı değil. Ken çocuk sahibi olmadığı için Lester ile nasıl iletişim kuracağını tam olarak bilemiyor ve bu sebeple ikisi birlikte yaşamalarına rağmen pek yakın değiller. Dayısı ile arasındaki bu resmi ilişki ve çiftlikte zaman zaman çalışmak zorunda olmasının getirdiği can sıkıntısından Lester’ı kurtaran şeyse çizgi romanlara olan tutkusu.

Çizgi romanları çok seven Lester, hem dayısı izin verdikçe çizgi romanları okuyor hem de kendisi hikayeler yazıp çiziyor. Tek başına oynadığı oyunlarda bile kendisini bir çizgi roman kahramanı olarak hayal ediyor. Yaşıtları arasında da arkadaşı olmayan Lester, bir gün kasabadaki benzinciden çizgi roman alırken tanıştığı Jimmy’nin de çizgi roman hayranı olduğunu öğrenince yeni bir arkadaş ediniyor ve bu ikilinin ilişkisi birinci ciltte anlatılan hikayenin temel kurgusu oluyor.

İkinci ciltte Lou adındaki yaşlı bir dede bize kendi ağzından hayat hikayesini anlatıyor. Eski bir hokey oyuncusu olan Lou’nun hayatı, Toronto’da Toronto Grizzlies adında yarı profesyonel bir takımda oynarken bir gün kardeşi Vince’in de Toronto’ya gelip Lou ile aynı takımda oynamaya başlamasıyla değişiyor.

Her ne kadar çok yetenekli olsa da tüm hayatı boyunca hokey oyuncusu olmak istemeyen Vince, eşi Beth’in hamile olduğunu öğrenmeleri sonucu Essex County’e gidip aile çiftliğine yerleşiyor ve burada yaşamaya başlıyorlar. Lou, annelerinin vefatına kadar kardeşiyle bir daha görüşemiyor.

Üçüncü ciltte ise tüm serinin geçtiği kasabanın hemşiresinin bir günü ele alınıyor. Essex County’nin çeşitli yerlerinde pek çok hastası bulunan Anne, bölüm boyunca aralarında bizim tanıdığımız isimler de olan bu hastalarını ziyarete gidiyor. Anne’in bu ziyaretlerinin dışında tıpkı kendisi gibi hemşire olan büyükannesinin hikayesini de takip etme fırsatı yakalıyoruz. İkinci ciltte olduğu gibi geçmiş ve günümüzün bir arada sunulduğu bu çizgi roman, sonlara doğru verdiği bilgilerle adeta bu üç çizgi romanı birbirine bağlıyor.

Jeff Lemire girişte de dediğim gibi süper kahraman çizgi romanlarıyla isim yapmış bir yazar, dolayısıyla Essex County her ne kadar bir süper kahraman çizgi romanı olmasa da bu seride de aksiyon ve maceranın öne çıktığını düşünebilirsiniz fakat böyle bir durum söz konusu değil. Essex County, aksiyon ve maceradan uzak daha çok karakterlerin duygularını merkeze koyan ve okuyucuya bunları hissettirmeye çalışan bir eser. Seri boyunca anlatılan bu üç hikayede de ortak bir duygunun öne çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz: Yalnızlık.

İlk ciltte ana karakter olarak annesi çok küçükken ölen, babası zaten hiç olmayan ve yanında kaldığı dayısı ile hiç samimi bir ilişki kuramayan Lester’ı görüyoruz. Hiç arkadaşı da olmayan ve dayısına çiftlik işlerinde yardım ettikten sonra sürekli tek başına vakit geçiren Lester’ın Jimmy hayatına girene kadar ciddi bir yalnızlık problemi olduğunu söyleyebiliriz -ki Jimmy’nin gelmesi de aslında çok bir şey değiştirmese gerek. Jimmy ile çok sık bir araya gelmiyorlar, beraber oyun oynadıkları kısıtlı bir zaman var.

Lester ile dayısı arasındaki iletişim sorunu diyaloglarda kendini çok iyi hissettiriyor. Bunun pek çok örneğini çizgi roman içerisinde bulmak mümkün.

Lester dışında dayısı Ken’in yine yalnız bir insan olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hikaye ana karakter Lester’a odaklandığı için Ken hakkında Lester’da olduğu kadar kesin konuşamasak da, kendisinin de herhangi bir arkadaşı olmadığını olsa bile birlikte çok zaman geçirmediklerini söyleyebiliriz. Ken’in evli ve çocuk sahibi olmadığını da bildiğimiz için hikayede gördüğümüz kadarıyla kendisinin hayatında olan tek kişi yeğeni Lester.

İkinci cilde baktığımızda tüm kitap boyunca yaşlı Lou’nun hayatı boyunca yalnız oluşunu takip ediyoruz. Gençliğinde Toronto’ya taşınarak belki kendisi böyle bir seçim yapmış olsa da sonraları bu yalnızlık ona yavaş yavaş zor gelmeye başlıyor. Hikayenin bir noktasından sonra Essex County’e geri dönüyor ve kardeşi ile beraber yaşamaya başlıyor olsa bile, bu yalnızlığından kurtulabildiğini söylemek pek mümkün değil. En sonunda Lou, penceresinin önüne karga konmasına bile sevinir duruma geliyor.

Kargayı sadece ikinci cildin sonlarında görmüyoruz, üç cilt boyunca zaman zaman kendisi karşımıza çıkıyor. Üçüncü cildin son sayfalarında da çizgi romanın bitmesiyle karganın Essex County kasabasından ayrıldığını görüyoruz. Buradan yola çıkarak yer yer karşılaştığımız bu karganın aslında çizgi romanı okuyan okuyucuyu temsil ettiği yorumunu yapabiliriz. Seri boyunca hikayelerini takip ettiğimiz karakterlerin yakınlarında gördüğümüz bu karga, üçüncü sildin son sayfası ile birlikte hikaye sonlanınca kasabadan ayrılıyor ve çizgi roman bu kareler ile sonlanıyor.

Üçüncü ciltte ise Anne’i görüyoruz. Kendisi kasabanın hemşiresi olduğu için sık sık pek çok hastasını ziyaret ederek insanlarla iç içe olsa da, eşi vefat ettiği ve çocuğuyla da pek vakit geçiremediği için günün sonunda evde tek başına vakit geçirdiğini ve kendi yalnızlığıyla baş başa kaldığını görüyoruz. Gün içerisinde başından geçenleri, dertlerini, sıkıntılarını, sevinçlerini de oğlu Jason’la paylaşamadığı için eşi yanında olmasa bile bunları ona anlattığı tek kişilik konuşmalar yapıyor.

Hikaye ve Finale Dair Daha Detaylı Yorumlar

Essex County’nin hikayesine dair konuşulabilecek şeyler seri boyunca kendini hissettiren yalnızlık temasıyla sınırlı değil. Çizgi romanda karşılaştığımız şaşırtıcı bilgilerin de hakkında konuşmaya değer olduğunu düşünüyorum. Essex County’i henüz okumamış olanlar şimdi telaşlanabilirler çünkü yazının bu kısmı spoiler içeriyor. Bu başlığı çizgi romanı okumadıysanız şimdilik atlamanızı tavsiye ederim.

Hikayelerde sürpriz yapmak önemli bir şeydir. Beklenmedik sürprizler okuyucuyu (veya izleyiciyi) şaşırtarak okuduğu (izlediği) şeye olan ilgisini ve aldığı keyfi artırır. Fakat sürpriz yapmak için yapılan sürprizler veya bu sürprizlerin sunuluş tarzı bazen bu etkinin ters tepmesine sebep olabilir.

Bu konuda ilk cildin sonlarında öğrendiğimiz bilginin mükemmel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Hatırlarsanız Jimmy’nin aslında Lester’ın babası olduğunu öğreniyorduk, daha doğrusu anlıyorduk. Çünkü bu bilgi bize hikaye içerisinde doğrudan verilmemişti, hikayenin önceki kısımlarında yer alan bir diyaloğa referans yapılarak dolaylı yoldan bizim anlamamız sağlanmıştı.

Bu benim için önemli bir şey. Günümüzde bunun kötü örneklerini yerli dizilerimizde görmek mümkün. Dizi içerisinde önemli olan bir bilginin paylaşılacağını, bu bilgiyi öğrenmeden çok daha önceden anlıyorsunuz ve izlerken ister istemez kendinizi hazırlıyorsunuz. Bu bilgi size verilirken de sahnede olan her oyuncunun yüzünü görmeniz, her karakterin birbiriyle bakışması ile geçen uzun süreler bu sahnenin etkileyiciliğini azaltıyor ve günün sonunda verilen bilgi önemli olsa da değerini yitiriyor.

Elbette televizyon dizileri ve çizgi romanlar birbirlerinden çok farklı alanlar. Bu iki alanı karşılaştırmam saçma gelebilir ama hepimiz Türk dizilerindeki bu saçmalıklardan müzdarip olduğumuz için buradan örnek verirsem demek istediğimi daha iyi anlarsınız diye düşündüm.

Serinin finalinde üç ciltte gördüğümüz karakterler arasında bir akrabalık olduğunu öğrenmemiz de yine sürpriz bir bilgiydi. Çizilen karakterler arasında gözle görülür bir benzerlik olsa da ben bunu Jeff Lemire’in çizimlerine bağlamıştım. Sonuçta kendisi çizerliği ile değil yazarlığı ile ön plana çıkan bir isim ve karakterlerin birbirine benzemesi kendisinin çizimlerinden kaynaklı bir sorun olabilir diye düşünmüştüm. Ama finalde böyle bir akrabalık durumu ortaya çıkınca karakterlerin benzer çizilmesinin bilinçli bir tercih olabileceğini düşünmeye başladım.

Bu karakterlerin akraba çıkması ve serinin finalinde tüm anlatılanların birbirine bağlanması da, tıpkı Jimmy’nin Lester’ın babası olduğunu öğrendiğimizde olduğu gibi, sunuluşu açısından önemliydi bence. Bu tarz finalinde her şeyin bir yere bağlandığı hikayeler okuyucuları şaşırtma potansiyelleri olduğu için hikaye anlatılıcıları tarafından hangi alanda olursa olsun çok kullanılıyor. Fakat bunlardan bazıları o kadar kötü ve saçma oluyor ki, artık bu tarz finaller zaman zaman kötü bir klişe olarak da görülebiliyor.

Essex County’de durum böyle değil, ortada sadece okuyucuyu şaşırtmak için yapılmış ucuz bir final yok. Üç hikayenin ve karakterlerin birbirine bağlanması gibi beklenmedik bir son, mantıklı temellere oturtularak bizlere sunuluyor.

Sonuç

Essex County, bana kalırsa son derece kaliteli bir eser. Yazı içerisinde üç hikayede de işlenen yalnızlık teması, hikayedeki sürprizlerin sunuluşu ve serinin finali üzerinde durduğum için pek vurgulayamamış olabilirim fakat bir eser için olumlu yorum yapabilmemiz için her şeyden önce o eserin kurgu ve anlatım konusunda başarılı olması gerekiyor. Bu kısımda başarısız olan bir eser ne kadar sürprizlerle dolu olsa, şaşırtıcı bir finale bağlansa da günün sonunda ancak iyi olmaya çalışıp bunu başaramayan bir eser olabilir.

Essex County de her şeyden önce gerek kurgu gerek anlatım konusunda oldukça başarılı bir eser. Yazıda daha detaylı bahsettiğim üzere eğer süper kahraman türü dışında çizgi romanlara çok alışkın değilseniz, okuduğunuz çizgi romandaki çizimlerin estetik açıdan iyi olup olmadığını önemsiyorsanız, daha çok aksiyon – macera odaklı çizgi roman okumak istiyorsanız Essex County sizin için şu an doğru bir tercih olmayabilir.

Fakat Jeff Lemire seven veya Jeff Lemire’i tanımak isteyen, bağımsız çizgi romanlara alışkın ve süper kahraman türü dışında da çizgi roman okuyan, aksiyon veya macera yönüyle öne çıkmayan daha durgun bir çizgi roman okumak isteyen biriyseniz bence mutlaka Essex County’i okumalısınız.